29 Mayıs 2020 Cuma

Pişmanlık ve Gurur üzerine


Kendisinden pek hazzetmesem de, Yılmaz Özdil'in bir yazısı vardı vaktinde Fatih Terim için yazdığı... Yazıyı Hürriyet döneminde yazmıştı Özdil, haliyle silmişler sanırım, bulamadım... Ama, özetle; ''Bol keseden ünvan dağıtınca, bizim insanımız o ünvanı gerçek sanmaya başlıyor. İngilizlerin bilmem kaç tane kupa kazanan hocası anca 'Sir' olmuş, bizimki bir kupayla 'imparator' oldu'' diyordu yazıda.

Maalesef, övgüde de yermekte de hiç ayarımız yok... Kargaya yavrusu kuzgun görünür misali, kendi yakın çevremizden veya ailemizden birileri söz konusu olduğunda övmeyi öyle bir abartıyoruz ki, sonunda alımdan - çalımdan yanına yaklaşılmayan bireyler ortaya çıkmaya başlıyor. Özellikle annelerin koskocaman kalplerinin ve sonsuz evlat sevgisinin bir sonucu olarak daha küçücük yaşta evde başlayan bu abartılı övme işi, DNA'mıza kodlanıyor bir yerden sonra sanırım.

Geçenlerde, arka arkaya, farklı insanlarla yapılan bir röportaja denk geldim. Sırayla herkese ''hiç pişmanlığın var mı?'' diye soruyorlar. İstisnasız herkes, geçmişindeki hiç bir şeyden pişman olmadığını ve her yaptığından gurur duyduklarını söylediler. Bu bana hiç inandırıcı ve mümkün gelmiyor maalesef. Yani, kendini dinleyen, gerçekten kendisiyle vicdan muhasebesine giren birinin geçmişinde hiç bir olaydan pişmanlık duymamasının olanaksız olduğunu düşünüyorum. Hiç mi kalp kırmadı, hiç mi yanlış tercihte bulunmadı? Okulda öğretmenini kızdırmadı? Eski sevgilisini bile bile üzmedi? Nasıl olur da bir insanın ''şimdi olsam öyle yapmazdım'' dediği bir şey olmaz? Tamam, hayatında ilk defa gördüğün birisine, hem de TV röportajında itiraf etmek hiç kolay değil, ama bu insanlar o kadar teklemeden, kendilerinden emin söylediler ki geçmişlerindeki hiç bir şeyden pişmanlık duymadıklarını, gerçek duygularının da böyle olduğunu düşündüm. ''Geçmişte yaptığım her şeyden bir ders çıkarttım, çok pişman olduğum şeyler de oldu, ama hepsi bir şeyler öğretti'' demekle, ''geçmişimden pişman değilim, kendimle gurur duyuyorum'' demek arasında bence kalın bir çizgi var...

Abartılı ve sınırsız övgü, sonunda yersiz bir öz güven doğuruyor. ''Benim aslan oğlum, benim prenses kızım''la başlayan pohpohlamalara, ilerki yaşlarda yakın çevredeki arkadaşların idare-i maslahat'çı ''abi herif yanlış yapıyor ama şimdi söylesem üzülecek'' tavrı da eklenince, 30lu yaşlara geldiklerinde, Kerem Bursin ses tonuyla, gözleri kısarak ''aaaahh, geçmişimden pişman değilim'' triplerine girmeye başlıyor insanlar...

* * * 
Kolektif dönemi çok gerilerde bırakmış durumdayız. 80 sonrası kuşağından birisi olarak, ben merkezci, bireysel, bencil yetiştirildik. Her ne kadar teknolojisiz dönemi de ucundan gördüysek de, bizler teknoloji çağı bebeleriyiz. Her şeyi kendi başımıza yapabilir hale geldik. SANIYORUZ! 

Hayyam'ın ''ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok!'' derken kastettiği 'ben' ile, bugün bizlerin yaşadığı ''ben varsam bu sistem var'' bakış açısı kesinlikle aynı değil. Ya da, Hallac-ı Mansur'un En-el Hak felsefesi, ''ben her şeyin merkezindeyim'' demek değil herhalde.

Yukarıda da dediğim gibi, başta ailede, sonra çevrede öyle bir gazlanıyor ki insanlar, öz eleştiri kavramını tamamen çıkartıyorlar hayatlarından. Eleştiriye tahammülü olmayan bu insanlar; kendilerini değiştirmeyi akıllarından bile geçirmiyorlar. Bu katı karakterler, bazen ailenizde, bazen iş yerinizde, bazen sosyal çevrenizde size hayatı zorlaştırdıklarını fark etseler bile ''ben buyum'' tavırlarından geri adım atmıyorlar. Bir şekilde anlaşamayan iki insanın aynı anda ''ben buyum'' tavrı, yıllar süren dostlukların, kardeşliklerin bitmesine sebep oluyor. Hele işin içine bir de gurur giriyor ki!.. Özür dilediğinde, pişmanlığını söylediğinde, hata yaptığını kabul ettiğinde paramparça oluyor insanların gururları. Nedense, geriye dönük bir pişmanlığın, yaptığı yanlışın veya başına açtığı işin farkında olmasına rağmen, ''hata yaptım, özür dilerim'' demek, onların gururunu yerle bir ediyor. 

* * *

İnsanların seçme şansı olmadığı şeylerden gururlanmasını da kafamda oturtamıyorum bir türlü. İçine doğduğun aileyi, bağlı bulunduğun ırkı, konuştuğun anadilini seçemiyorken,  bunlardan gurur duymayı garip buluyorum. Neden bir Finli'den daha gururlu olmalıyım Türkçe konuştuğum için? Hasbelkader hayatımda olan şeylerden ziyade, kendi tercihlerim, davranışlarım, çabalarım sayesinde hayatımda olan şeylerden gurur duyuyorum. Düğünümde, cenazemde beni az tanıyan birinin yanıma gelip ''ne güzel arkadaşların var'' cümlesi kadar gururumu okşayan şey çok az mesela. Onlar bir tercihin sonucu varlar. Ben onları, onlar beni tercih etmişler ve yanımdalar. Bir şeyden gurur duyulacaksa, bu çok geçerli bir bahane işte! 

* * *

36 yıllık hayatımda, çok pişmanlığım var. ''Şimdi elimde imkan olsa, o güne gider, öyle davranmaz - o sözü söylemezdim'' dediğim çok anım var. Başkalarına verdiğim zararların hiç yaşanmamasını dilerken, zararın sadece kendime olduğu şeyler için de ''iyi ki yaşanmış'' diyerek ders çıkartmaya çalışıyorum. Biliyorum ki, bundan sonra da çok pişmanlığım olacak. Umarım, zararım sadece kendime olur, ve umarım yaşamımın sonuna geldiğimde kendi muhasebemi yaparken, gurur duyduğum şeyler pişmanlıklarımdan çok olur. 

Dilerim öyle olur!



Bu yazıyı yazarken arkada şu set vardı. Meraklıları buyursunlar



2 yorum:

  1. Kalemine sağlık güzel yazı olmuş Berkay. Aslında insanların gözden kaçırdığını veya kaçırmak istediğini yazmışsın kendileri hakkında.

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim... Benim amacım kendi içimdekiler, ama hepimiz aynı dönemin insanlarıyız. Dertlerimiz, kaygılarımız birbirine çok benziyor artık. Okuyanlar kendilerinden bir şeyler buluyorsa, ne güzel..

    YanıtlaSil

Diyaliz, Organ Nakli, Hayatımızın son hali...

2008 yılında, üniversiteyi bitirdikten çok kısa bir süre sonra tanıştım Sezi’yle. Gerçek bir tanışma değildi esasen… Şu an ‘su içtim, nefes ...